Davranış
genetiği, insan ve hayvanlardaki davranış kalıplarına genetiğin etkisini
inceler. Sadece salt genetik bilimini değil, multi- disipliner bir yaklaşımı
içerir, moleküler biyoloji, biyokimya ve fizyoloji başlıca bu alandaki
çalışmalara destek olan disiplinlerdir. Son yıllarda doku mühendisliği ve
biyomühendislik alanlarının hızla gelişmesi, davranış genetiği çalışmalarına
hız ve yön vermiştir. Davranış genetik bilimcisi, canlılardaki davranış
kalıplarının bir jenerasyondan diğerine geçişini inceler ve bireyerdeki
davranış kalıplarının muhtemel genetik nedenlerini araştırır.
Bu
alandaki çalışmalar insan genom projesinin sonlanması ile insanlar üzerine daha
da yoğunlaşmıştır. Tek ve çift yumurta ikizleri, evlat edinilmiş bireyler bu
konudaki veri kaynaklarını oluştururlar. Sadece bu veriler değil, herhangi bir
davranış kalıbının ailesel geçişleri veya herhangi bir hastalığın iki, üç
jenerasyon boyunca bir ailede gözlemlenmesi, davranış genetikçi için iyi bir veri
kaynağı oluşturur.
İnsan
genom projesi (İGP), resmi olarak 1990 yılında başlayan ve o güne kadarki kabul
edilen en yüksek bütçeli proje idi. Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya başta
olmak üzere birçok ülke projeye destek vermiştir. Proje birkaç çalkantılı yıl
geçirdikten sonra 2001 yılında ilk ve en yüksek ölçekli verileri açıklanmış,
2003 yılında ise %99,9’ u tamamlanmış şekliyle projenin misyonunun bittiği
açıklanmıştır. Bu projenin en önemli çıktıları, gen sayılarının tahmin
edilenden çok daha az olduğu ve genlerimizin işleyiş mekanizmalarının çok karmaşık
olduğu idi. Yaklaşık 2- 2.5 milyon genimiz olduğu tahmin edilirken sonuçlar
açıklandığında bu sayı ilk etapta 30- 35 binlere, günümüzde ise net olarak
bilinmese de 20 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. İGP, bu projeden
sonra araştırılan bir çok –omiks çalışmalarının (proteomiks, metabolomiks gibi)
kaynağını oluşturmuştur. Aynı zamanda kalıtım kalıpları daha da açıklığa
kavuşmuş, hastalıkların sadece genlerdeki yapısal sorunlardan kaynaklı
olmadığı, çevresel faktörlerinde gen metabolizmasında önemli görevlerinin
olduğu ortaya çıkmıştır. Epigenetik çalışmalar hız kazanmış ve önümüzdeki
dönemlerde hastalıkların genetik nedenlerinin araştırılmasına yeni boyutlar
kazandırması muhtemel hale gelmiştir.
Davranış
genetiği alanındaki bilinen ilk çalışmaları, Charles Darwin’in kuzeni olan İngiliz
bilimadamı Francis Galton (1822–1911) başlatmıştır. İnsanların yeteneklerini ve mental özellikleriyle
ilgili yaptığı bu çalışmayı “Hereditary Genius” adıyla 1869 yılında yayımlamıştır. Bu çalışmasında ilk kez ikiz
çalışmalarını günümüzde de kullanılan istatistik metodlarıyla bileştirerek bu
konudaki ilk çalışmayı yayımlamıştır. 1918 yılında İngiliz bilimadamı Ronald Aylmer Fisher, Mendel’ in kalıtım kalıp prensiplerini multi-
faktoryal (birçok gen gruplarının ve çevresel faktörlerin etkilediği)
hastalıklara uygulayarak davranış genetiği alanındaki çalışmaları devam
ettirmiştir. 1920’ li yıllarda
bireylerin gelişimine genetik faktörlerin etkilediği kadar çevresel faktörlerin
etkilerinin de anlaşılmasıyla bu alanda yapılan çalışmaların sayısı artmış, 70’
li yıllara gelindiğinde davranış kalıplarının belirlenmesinde genlerin olduğu
kadar çevresel faktörlerin de
etkilerinin önemi iyice anlaşılmıştır. Moleküler biyoloji ve genetic
alanındaki teknolojik gelişmelerin yardımı ile günümüzde zeka veya kişilik gibi
özelliklere etki eden veya otizm, hiperaktivite, depresyon ve şizofreni gibi hastalıklara neden olan spesifik gen ve gen
grupları bulunarak analiz çalışmaları ile hastalıklara etkileri ortaya
çıkarılmaktadır.
Kantitatif metodlar, davranış genetiği çalışmalarının
temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmalar hem hayvanlarda hem de insanlarda
yürütülmektedir. Ancak hayvanlarda yapılan çalışmalar manipülasyon açısından
insalara kıyasla daha kesin sonuçlar vermektedir. Seçilen model organizmaların
genetik yapıları ile oynnabilir, bu model organizmalar kendi aralarında
çiftleştirilerek istenen özeliğe ait saf döller elde edilebilir. Daha sonra
oluşturulan bu model organizmalar üzerinde farklı çevresel faktörlere veya
herhangi bir ilaç grubuna verdikleri
tepkiler ölçülerek incelenen genetik bölgenin etkisi anlaşılabilir.
Genetik
ve çevresel şartların manipülasyonu insanlar üzerinde hem etik hem de teknik
olarak imkansızdır, en azından günümüzde. Bu yüzden davranış genetiği alanında
yapılan çalışmalarda izlenen yol diğer genetik çalışmalar ile aynıdır. Belli
bir fenotip gösteren bireyler eğer aynı aileden 2-3 jenerasyon boyunca
bulunmuşsa ilk önce bağlantı analizi ile hedef veya şüpheli bölgeler belirlenip
daha sonra bu bölgelerde bulunan aday genler analiz edilerek hastalık ile
genetik bölgenin ilişkisi saptanır. Eğer ki belirli fenotipi gösteren bireyler
bir aileden değilse, bu sefer yapılacak yöntem önceki çalışmalarda incelenen
bölgelerin o hasta grubundaki farklılıklarının araştırılmasıdır. Teknik olarak
bu farklı bireylerde de bağlantı analizi yapılabilir ancak çok daha fazla zaman
ve zahmet gerektirmektedir. Yapılacak olan genetik analizlerde izlenecek yol
ise genel olarak ilgili genetik bölgelerin çoğaltılıp dizilenmesidir. Ancak
yeni taknolojik gelişmeler ile birlikte en sık rastlanan genetik değişiklikler,
artı chip adı verilen veya strip (çubuk) denen yapılara işlenip incelenen
bireylerde olup olmadığı saptanabilir. Ancak bu çalışmalar popülasyon
verilerinin sağlandığı toplumlarda daha sağlıklı sonuçlar vermektedir.
İnsan çalışmaları,
tek ve çift yumurta ikizleri üzerindeki araştırmalara yoğunlaşmıştır. Tek
yumurta ikizleri aynı genetik yapıya sahip olduklarından çevresel faktörlerin
herhangi bir özelliğe etkisi bakımından incelenmesinde ideal çalışma grubunu
oluştururlar. Örneğin şizofreni de tek yumurta ikizlerinden biri hasta ise
diğerinin de hasta olma ihtimali %45, çift yumurta ikizlerinde birinin şizofren
olması durumunda diğerinin de hasta olma ihtimali %15’ tir. IQ testi ile
belirlenen zeka çalışmalarında koreleasyon katsayıları tek yumurta ikizlerinde
0.85 (0.00 hiç bağlantı bulunmaması, 1.00 ise tam bağlantı durumunu ifade
etmektedir), çift yumurta ikizlerinde ise 0.60 olarak bulunmuştur. Gene ikiz
çalışmalarına benzer olarak evlat edinilen çocuklardaki gelişim süreçleri,
davranışlarının, zekalarının ve kişiliklerinin genelde biyolojik ebeveynlere,
bunun yanında yaşadıkları çevreye göre de balirlendikleri belirtilmiştir.
Davranış
kalıplarının belirlenmesinde çevresel faktörlerin yanında bazı ilgili tek gen
çalışmaları da anlamlı sonuçlar vermektedir. Örneğin katekol O- metiltransferaz
(COMPT) genindeki en yaygın polimorfizm (meydana gelen varyasyon proteinin 158.
amino asit pozisyonunda Valin/ Metionin değişikliğine neden olur) muhtemelen
prefrontal korteks gelişiminde bazı değişikliklere yol açarak insanlarda
anti-sosyal davranış ile ilişkili bulunmuştur. Yapılan başka tek gen analizi
ise farklı ırklarda oldukça polimorfik yapı gösteren monoamin oksidaz A (MOAO)
genidir. Özellikle düşük enzim üretimine neden olan genetik varyantlar,
erkeklerde ileriki yaşlarda antisosyal davranışlara ve kriminal suçlara
meyillere neden olduğu belirtilmiştir. Serotonin transporter promotor genindeki
(5-HTT) insersiyon/ delesyon polimorfizmi, kriminal olaylara katılan erkek
bireylerde anlamlı sonuçlar vermiştir.
Günümüzde
yapılan moleküler çalışmalar sayesinde özellikle hayvan modellerinde bazı
genlerin davranış üzerine etkileri, genetik yapının etkisinin anlaşılması
açısından önemlidir. Aday genlerin belirlenmesi, ileride yapılacak olan tedavi
seçeneklerine yön verecek ve tedavilerin etkisini artıracaktır. Genetik
yapıların net bir şekilde anlaşılması, şu an tanı konan hastalıkların alt
gruplarının belirlenmesine olanak sağlayarak önümüzdeki yıllarda kişiye özel
tadavi uygulamalarının başlamasını sağlayacaktır. Örneğin iki- üç jenerasyon
boyunca benzer veya aynı davranış kalıbı gösteren ailelerde yapılacak olan
bağlantı analizi çalışmaları, ilgili davranışa neden olabilen genetik bölgenin
belirlenmesine olanak sağlayacaktır. Aynı ailede ileride çocuk sahibi olmak
isteyen bireylere bu sayede daha etkili genetik danışma verilebilecek, hatta
gebelik durumunda preimplantasyon genetik tanı sayesinde sağlıklı embriyoların
seçilerek sağlıklı bireylerin doğması mümkün olacaktır.
Davranış
genetiği ile ilgili yapılan çalışmalar şu an için ülkemizde sayıca yeterli
değildir. Üsküdar Üniversitesi, gerek altyapısı gerekse davranış genetiği
çalışmalarına verdiği önem açısından ülkemiz adına bu alanda önemli bir boşluğu
doldurarak referans merkezi olma misyonu ile yüksek lisans ve doktora
programlarını oluşturmuştur. Türkiye’de ve dünyada sayılı merkezlerde bulunan
hayvan laboratuvarları üniversitemizde kurulmuş olup proje başvuruları
yapılmıştır. Aynı zamanda son teknolojik cihazlarla donanan moleküler biyoloji
ve genetik laboratuvarlarımız da tamamlanma aşamasındadır. Bu alt yapı ile
ülkemizde sadece davranış genetiği değil moleküler tıp alanlarında da her türlü
projeye destek olabilecektir.
Kaynaklar:
Stigler SM.
"Darwin, Galton and the Statistical Enlightenment". Journal of the Royal Statistical Society:
Series A (Statistics in Society) 173(3);469–482,
2010.
Ferguson CJ. Genetic
Contributions to Antisocial Personality and Behavior: A Meta-Analytic Review
From an Evolutionary Perspective. The
Journal of Social Psycholog 150(2);
160–180, 2010.
Ulucan
K.
Nanoteknoloji ve Nanotıp, Kimya & Sanayi 30(228); 54-56, 2007.
Jasny BR, Kelner KL, Pennisi E. From Genes to Social Behavior Science
322(5903); 891, 2008.
Griffiths PE, Tabery J.
Behavioral genetics and development:
Historical and conceptual causes
of controversy New Ideas in Psychology, (in press), 2013.
Yard. Doç. Dr. Korkut Ulucan
Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri
Fakültesi,
Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü
(Bu yazı Psikohayat dergisinin 12. sayısında yayınlanmıştır)